Akdeniz’in tarihiyle, plajlarıyla, doğasıyla ünlü Antalya Şehri. Bu yıl özellikle Antalya Finike arası gezdiğim, yörenin dost insanları ile tanıştığım Çamyuva Beldesi. Nazif Kara Yılmaz; 27 Şubat 1944 Çamyuva köyünde doğan, Mısır Kahire kökenli, Kara Ahmetler Sülalesinden gelen, doğaya aşık, esprili, sevgi dolu bir adam.
Kitap okuyan, saz çalan, hayatını anlatırken, bazen hüzünlenen, sonra hafif bir tebessümle “yaşandı ve bitti” diyen, çok yönlü biri. Ayrıca balıkçılık, avcılık, aşçılık ve meslek olarak, tercih ettiği işler. Meyve ağaçlarını aşılamak olan, doğayla iç içe yaşayan biri. Eğitimini sorduğumda, “yüksek okul” deyip, bir kahkaha attı. Ben ilkokulu dağın tepesinde bir okulda okudum. Bu nedenle, bu espriyi hep yaparım, demesi çok hoşuma gitmişti.
Aşı yapmaya yedi yaşında sığır güderken başlamış. Aşı yapılan ağaçlar meyve ağaçları, çiçeklerden de özellikle, gül ağaçlarıdır dedi. Yapılmayanlar ise, çınar, çam, kavak, muz vb. ağaçların olduğunu söyledi. Hurma ağacının çiçeğine, baş verince, şekerli su konuyormuş. Hurmalar salkım salkım çiçek açınca, arılar geliyor (yaptıkları işleme) arı aşılaması deniliyormuş.
Ağaçları aşılamaktaki amaç, kaliteli ağacı, kalitesiz (deli ağaç) ağaca aşılamak, meyvesi az olan ağacın da daha verimli olmasını sağlamakmış.
“Olmak, yapmak istediğim hemen hemen her şeyi yaptım” diyen Nazif bey, bir isteğim kaldı, “Yaylada geniş bir arazide, meyve ağaçları yetiştirmek” dediğinde, nedenini sorduğumda, “Doğadaki bütün canlıların yararlanması, toprağın bereketlenmesi için” dedi. “Bu bölgede her bahçede aşıladığım iki üç ağaç, dağlarda diktiğim fidanlar vardır” diye sözlerine ekledi.
“İlginç anılarınız var mı” diye sorduğumda; “Hayatım roman, hangi birini anlatayım. Bir tımarhaneye yatmadım” dedi ve güldü. Yine de beni kırmadı. Gençlik yıllarında yaşadığı bir anısını anlattı. 1966 1968 yıllarında, İstanbul’dan mal alıp, Antalya ve çevresine değişik ürünler satarmış. Bir ara ceket satmayı aklına koymuş. O yıllarda, işportacılık yasakmış (şimdi de değişen bir şey yok) yakalandıklarında mallarına el konulurmuş. Düşünmüş, taşınmış.
Bir doktora gitmiş. “Hastayım, çok üşüyorum, üst üste giyinmek zorundayım” diye mazaretler sıralamış. Doktor da bir şekilde rapor vermiş. O da her gün dört beş ceket giyip, satıyormuş. Ne demişler, “Azmin elinden bir şey kurtulmaz” diye.
Geçirdiği bir hastalık (hala tedavisi sürüyor) onu epeyi sarsmış. Küçük, mütevazi evinde, oturup, ziyaretine gelen dostlarına, pişirdiği tatlı ve yemekleri ikram etmeyi seven, onlarla kısık sesiyle konuşup, anılarını anlatmaktan, çok zevk alıyormuş;
“Her aşıladığım ağaç, bana şifa oluyor”
“Dostlarımla yaptığımız sohbetler beni mutlu ediyor”
diyen Nazif Bey’e pişirdiği leziz yemek ve tatlıları bana tattırdığı, güzel sohbetimiz süresince, gösterdiği ilgiye, öğrettiği şeyleri dinlerken hayran kaldım.
Bir çok insanın isteyip de yapamadığı, onunsa başardığı bu yaşam tarzı, özlem duyan herkese bir gün kısmet olur umarım. Doğa ile iç içe yaşamak, doğayı sevmek, dostlarıyla bir çok şeyi paylaşmak ve “ben böyle mutluyum” demesi beni çok duygulandırdı.
Güzel meyve ağaçlarının içinde, bir gün de olsa yaşadıklarım beni çok etkiledi. Nazif Bey’e veda ederken, “yetiştirdiğiniz meyve ağaçları, her geçen gün sağlığınıza sağlık katsın, bir başka gün görüşmek dileğiyle deyip” teşekkür ettim.
Her gününüz dünden daha iyi olsun. Zeren Dağdeviren.