Gücünüzü bıkmadan usanmadan keşfedin. Neler yapabileceğinizin farkında olun. Başarısızlığı peşinen kabullenmeyin. Sınırlarınızı zorlayın. Siz bu değilsiniz. Oysa kendinizi iyi tanısanız açamayacağınız kapı yoktur. Yaşantınızın her safhasında “ben yapamam, ben beceremem” demeyin. Siz bunu yaparsanız. Yoksa sizi örnek alan çocuklarınız da aynı hareket eder. İleriki yaşlarda bunun acısını ağır öder. Hayata sağlam adımlarla atamaz.
Bununla ilgili bir hikaye okudum, çok hoşuma gitti. Faydalı olacağını düşündüğümden sizlerle paylaşmak istedim. Gerçi bu konuyu öğrenilmiş çaresizlik olarak daha önce ele almıştım. Sınırlarını çizdiğiniz esaretten bir an önce kurtulun, bakın neler yapabiliyorsunuz. Başarının tadını aldığınızda keyfini sürmesi elbette güzel olacaktır.
Güzel bir hikaye okumanızı tavsiye ederim;
Küçük bir çocukken filleri çok severdim. Büyük kulakları, iri bedeni, uzun dişleri, her yere uzanan hortumu, kalın derisi ve kocaman ayaklarıyla benim için gücün simgesiydi. Tozu dumana katarak koşan fillerin önünde ne durabilirdi ki !
Aradan yıllar geçti; büyüdüm. Pek de kalın olmayan bir iple ayağından bağlanmış esir bir filin insanların hedeflerine nasıl sessizce itaat ettiğini gösteren bir belgesel izledim. Benim için çocukluğumda gücün simgesi olan bu hortumlu devler cüsseleriyle kıyaslanamayacak kadar ince iplerle tutsak edilmiş kölelere dönüşmüşlerdi. Nasıl olabilirdi? Sonra öğrendim…
Fil henüz yavruyken kalın bir zincirle yerinden oynatması mümkün olmayacağı bir yere bağlanırmış. Özgürlüğüne düşkün, gücünü daha yeni keşfetmeye çalışan bu zavallı fil yavrusu kaçmaya kurtulmaya çalışırmış ama bir yavru olarak buna gücü yetmezmiş. Öyle bir bağlarlarmış ki, ne kaçabilirmiş ne de bağlı olduğu yeri söküp atabilirmiş. Ne de olsa yavruymuş.
Başlangıçta bıkmadan usanmadan kaçıp kurtulmaya çalışırmış. Ancak zaman içinde özgürlük duygusunu unutur ve artık bu zincirden kaçamayacağını kabullenirmiş. Büyüyüp kocaman bir fil olsa bile zamanında çok defa deneyip başaramadığı ve kaçmayı aklına İMKANSIZ olarak yazdığı için bir daha asla denemezmiş.
Küçük bir filken onu tutan ve özgürlük duygusunu ona sayısız denemeden sonra unutturan zincirlerin yerini ince bir ip ve ipin ucunda hortumundan bile kısa bir odun parçası alıverirmiş. Bizim zavallı fil büyüdüğünü, kuvvetlendiğini ve istese yine tozu dumana katabileceğini unuturmuş. Yani hala kendini zincirlerle bağlı zannedermiş.
Özgürlük duygusunu unuttuğunda, doğasından uzaklaştığında, isteğini kaybettiğinde, yapamayacağını düşünmeye başladığında ayağındaki zincirlerden ziyade inandıkları onu tutsak edermiş…
Peki ya siz tutsak bir fille karşılaşsaydınız ona içinde olduğu durumu nasıl anlatırdınız? Ona sınırlarını kendi çizdiğini, esareti kafasında kabullendiğini, güçsüzken deneyip başaramadıklarını yeniden denemesi gerektiğini, gücünü görmezden geldiğini, tutsaklığın kendi seçimi olduğunu ve nelerden vazgeçtiğini nasıl anlatırdınız?
Eğer siz yukarıdaki hikayedeki gibi bir hayat sürseydiniz o file bunu anlatırken kendinizi örnek gösterebilir miydiniz? Haydi durmayın, bir yerlerden başlayın. Başarmak sizin de hakkınız. Bunu başkaları için değil, kendiniz için yapacaksınız. Kırın esaret zincirlerinizi.
Özgürlüğün önündeki engeller bazen fiziksel değil, zihinseldir. Sevgiyle kalın, Eser Ürküt.