Şehir hatları vapuruyla ufak bir boğaz turundan sonra eski Kadıköy İskelesi’nde biterken yolculuğum, her seferinde, doğduğum büyüdüğüm yeri ilk kez görüyormuş gibi heyecanlanırım. Yolculuk sırasında vapurun arka tarafında uçuşan martılar, yolcuların fırlattığı simitleri yakalamak için birbirleriyle yarışırlar. Genellikle vapurun arka kısmında oturur, uzun bir gelinliğin kuyruğuna benzettiğim köpüklere dalar giderim. İskeleye yanaşırken vapur sanki yolculara inme zamanının geldiğini hatırlatmak için hafiften bir vuruş yapar, iskeleye halatlar atılır ve vapur yavaş yavaş boşalır.
İskelenin karşısında sağdaki eski binanın 20. yüzyıl başlarında yapıldığını, mimarının bilinmediğini okumuştum. Bir süre nikâh dairesi olarak da kullanılmıştı. Şimdi Kadıköy Belediye Başkanlığının hizmetindedir.
Çarşıya doğru yürüdüğünüzde sizi Sultan III. Mustafa İskele Camii (yapım 1761) karşılar. Caminin iki yanındaki yollar, meşhur Kadıköy Çarşısı’yla bizi buluşturur. Muvakkithane Caddesi’ne girdiğimde, yenilenmiş dükkânları sanki görmem; eski hali gözlerimde canlanır. Üç beş adım atınca sağ tarafta Şekerci Hacı Bekir vardır. Hacı Bekir Efendi İstanbul’a Kastamonu’dan gelmiş, 1777’de Bahçekapı’da hâlâ faaliyette olan ilk dükkânını açmış ve bu günlere ulaşmış.
Hacı Bekir’in yanında bir saatçi dükkânı vardı (1955). Ailenin büyük oğlu Birol Saatçioğlu arkadaşımdı. St. Josef Lisesi’nde okur, siyah Citroen arabasıyla bazı akşamüstleri okul sonrası bizleri alır (kızlar hayrandılar), Fenerbahçe’ye götürürdü. Çok genç yaşta öldüğünü duydum, çok üzüldüm. Onu anmadan yapamadım.
Yolun sol tarafındaki Baylan Pastanesi, İstanbul’un en eski pastanesidir. 1923 yılında Beyoğlu’nda Laryan adıyla açılmış; kurucusu Arnavutluk’tan göç eden Filip Lenas’tır. İşletmeye daha sonraları Baylan adı verilmiştir. İstanbul yakasından sonra, 1961 yılında Kadıköy Şubesi açılır. Bebek hariç diğer şubeler, bir bir çeşitli nedenlerden kapanır. Baylan halen Kadıköy’de değerli bir antika gibi hizmet vermektedir. Ailenin büyük oğlu Harry Lenas ilerleyen yaşına rağmen, o kibar, şık beyefendi, işinin başında aynı heyecanla bizleri karşılar.
Aynı sırada bir şekerci dükkânı daha vardı. Kurucusu, besteci Cemil Bey’di. Bu dükkân da kapandı. Yukarı doğru yürüdüğünüzde küçük bir meydan vardır. Sağda Surp Takavar Ermeni Kilisesi, sol köşesinde çeşitli yerli yabancı ev, temizlik, mutfak malzemeleri ile dolu, adı İngiliz Bonmarşesi olan bir dükkân vardı. O yıllar Kadıköy’ün en popüler dükkânıydı.
Caminin yanındaki Yasa Caddesi bizi yine bir meydana ulaştırır. Ayia Efimia Rum Ortodoks Kilisesi’nin bulunduğu yer… Sol tarafta Beyaz Fırın ve 1945’te açılan Şekerci Cafer Erol… Cafer Erol askerliğini İstanbul’da yapmış, bir süre yarbay olan eniştemin emir eri olarak yanında bulunmuş ve askerlik bitince eniştemle de konuşup bu meydanda küçük bir dükkânla işe başlamış. Halam uzun yıllar beni o küçük dükkâna götürdü; her seferinde çeşitli akide şekerleriyle dolu bir kese kâğıdıyla eve dönerdim.
Anadolu yakasında oturanlar, genellikle Avrupa yakasına giderlerken, “Bugün karşıya geçeceğim” veya “İstanbul’a gidiyorum,” derler. Ben “İstanbul’a gidiyorum,” demeyi seçmişimdir. İstanbul’dan Kadıköy’e dönüşlerimde (Moda’da otururken) ya çarşı içinden ya da Mühürdar’dan yürüyerek eve ulaşırdım. Vapurdan çıkıp iskelenin sağını takip ederek yürürseniz, şimdi İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri) iskelesinin yer aldığı deniz kıyısındaki bölgede eskiden Kadıköy Evlendirme binası yer alırdı. Bina mimari bakımdan gösterişli değildi. Ama Kadıköylülerin yaşamında uzun yıllar yer almıştı. Mutluluğun, evliliğin ilk adımıydı orası.
Benimse kendi nikâhım dışında en unutamadığım nikâh töreni, arkadaşım Barış Manço’nun nikâh günüydü. Barış’ı 17-18 yaşlarındayken kuzenim Erol Ulaştır tanıştırmıştı. Kadıköy’de hemen hemen herkes birbirini tanırdı. O yıllarda Kadıköylü gençlerin müzik grupları vardı. Çeşitli etkinliklere katılırlar, konserler verirlerdi. Erkin Koray Grubu, Barış Manço Grubu, Cahit Oben Dörtlüsü, Fikret Kızılok, Erol Ulaştır (kuzenim), Koray Oktay gibi…
Yaş ilerledikçe yaşanan günler, anılar çoğaldıkça çoğalıyor. Benim hayatım da oldukça hareketli, renkliydi. İyisiyle kötüsüyle yaşananlar ve son nokta ne zaman konulacaksa, böyle devam edeceğe benziyor. Bu nedenle Mühürdar’dan Moda’ya, eve varana kadar uzun bir yolculuk olacak gibi geliyor bana !
Mühürdar yolunun başlangıç noktasında bugün bir otel var. Orası bir zamanlar, Adanalı iş adamı Ahmet Sapmaz’ın villasının bulunduğu araziydi. Hafif meyilli yoldan yukarı çıkarken sağ tarafınızda apartmanlar sıralanır. Uraslar, Kadıoğulları, Gorbonlar, Mermerciler, Tay ve Mühürdaroğulları gibi ailelerin yaşadıkları mekânlardı. Soldaki iki sokaktan birinde Moda Spor Kulübü bulunurdu; o yol sizi doğruca Şifa semtine ve oradan Yoğurtçu’ya ve Kurbağalı Dere’ye götürürdü. Çocukken dereye girebilir, dere boyunca sıralanan sandallarla Kalamış Koyu’na ulaşırdık.
Diğer yol olan Karakol Sokak ise karakolu, yolun Türk ve Rum ailelerin oturduğu evleri geçer; yolun bitiminde sağa dönünce Moda’ya ulaşırsınız. Sağa dönerken tam karşınıza Mandıra levhalı bir dükkân çıkardı. Oradan aldığımız süt ve kaymakların tadını bir yerde bulamadım. Sahipleri iki erkek kardeşti. Bir tanesinin dünyalar güzeli bir eşi vardı. Hayrandım onlara. Neyse ben Mühürdar Caddesi’ne geri döneyim. Sahil boyu yürürken yol hafifçe sola dönerdi. İşte tam orada, deniz tarafında bir köşk vardı, Mühürdaroğulları’nın köşkü…
Annemin arkadaşı Remide Hanım oraya gelin gitmişti. Sarışın, orta boylu, çok güzel bir hanımdı. İki kızı vardı. Şiirler yazardı. Bir şiir kitabını imzalayıp anneme vermişti. Sol tarafta ise çok güzel ağaçlar, çiçekler, havuzlar içinde çay bahçesi ve lokanta vardı. Orası da onlarındı. Şarkılı, eğlenceli akşamlar geçirilirdi. Yıllar sonra köşk yandı ve o güzel bahçeye de binalar yapıldı. Yolun bitiminde Kadıköy Kız Lisesi binası ve bahçesi vardır; bu nedenle denize paralel yürümeniz, eşsiz İstanbul manzarasına bir süre veda etmeniz gerekir.
Şimdiyse sahil doldurularak yürüme yolu yapılmış; oradan yürüyerek rahatlıkla Yoğurtçu Parkı’na ulaşabiliyorsunuz. Bir ara sokaktan Mühürdar’a veda edip Moda Caddesi’ne çıkılır. Karşınıza Kadıköy Kız Meslek Lisesi çıkar. Mezun olduğum okul… Sahile doğru yürürken Moda Burnu’na varırsınız. Moda’da yetişen, yaşayan sporcular, sanatçılar, kimler kimler vardı. Hepsinin ismini yazmak isterdim, ama bir kişinin ismini unutsam olmaz diye yazmamaya karar verdim.
Meşhur Moda İskelesi, yıllar önce Kadıköylü gençlerin, yaşlıların kaynaştığı, Moda Deniz Kulübü’nde çalan müzikle birlikte dans ettikleri, eğlendikleri bir yerdi; bir tarafta Koço Restoran, insanların aileleriyle, dostlarıyla, sevdikleriyle zevkle yemek yedikleri mekândı. Uzun zamandır gitmedim; umarım her şey yolundadır.
Moda Burnu’nun denize bakan tarafında çocukken koşup oynadığım, salıncaklara bindiğim Moda Çocuk Parkı, Moda Deniz Kulübü’nün tenis kortu, çay bahçeleri ve güzel evler yer alır. Koço’dan çıkıp sağa dönünce o sokak Mektep Sokak’tır. Orada 12-13 sene oturduk. Utku orada büyüdü, Moda İlkokulu’ndan mezun oldu. Doğuş Koleji’ne başladı. Daha sonra Bostancı’ya taşındık. Mektep Sokağı geçince Küçük Moda başlar, sahil tarafı Moda Plajı, meşhur Kadınlar Plajı’dır. Yaz gelince Türk, Rum ve Ermeni kızlarının gidip denize girdikleri plaj…
Üst tarafında çay bahçesi vardı. Bazı akşamlar ailelerimiz orada toplanır, dans eder eğlenirdik. Kara tarafında Kadıköy’de ilk açılan Mini Golf Kulübü vardı. Sahibi, okul arkadaşım Feryal’in akrabasıydı. Yanlış hatırlamıyorsam Ömer adında bir gençti. Açılış kokteyline gitmiştim. Orası hâlâ boş bir arsa olarak duruyor. Küçük Moda’dan yukarı doğru çıkarken sağ tarafta evler, solda ise dört beş evden sonra bir cami vardır.
Yolun bitiminde ufak bir meydancık vardır. Sağda Moda İlkokulu, Şifa yolunda Anadolu Lisesi, St. Josef ve bir lise daha vardır. Ortada kalan cadde Bahariye Caddesi’dir. Dükkânlar, bir kilise, sağlı sollu sokaklar, adliye binası, halk kütüphanesi, sinemalar… Özellikle Süreyya Sineması (şimdilerde Opera Binası olarak hizmet veriyor), dış ve iç mimarisi, heykeller, resimler özenle yapılmış, emek verilmiş, geçmişten günümüze gelebilmiş şahane bir eser…
Çok eskiden sinemanın üst salonunda düğünler, balolar, kutlamalar yapılırdı. Gerek tavan gerekse duvarlarını süsleyen resimler çok güzeldi. Hayranlıkla izlerdim onları. Bir ara da üst salon tiyatro olarak kullanılmıştı. Süreyya Sineması’ndan sonra Opera Sineması vardı. Babamın emeği çoktur. Yapılırken başında durmuş, ölümüne kadar da sinema müdürü olarak görev yapmıştı. Şimdi Opera Pasajı olarak hizmet veriyor.
Bahariye Caddesi’nin bitimi Altıyol’dur. Kadıköy’ün simgesi olan Boğa Heykeli’nin olduğu meydan çok önceleri boştu. Heykel eski Kadıköy İskelesi’nde dururdu. Altıyol Meydanı’nda tam ortada bir trafik polisi, beyaz-kırmızı bordürleri ve yanında açılıp kapanan şemsiyesi olan bir silindir içinde, bembeyaz eldivenleri, boynunda düdüğü ile sabahtan akşama trafiği yönetirdi. Yıllarca aynı kişi bu görevi yaptığından Kadıköy’de herkes onu tanırdı.
Kadıköy’ün her yeri anılarla dolu, anlatmakla bitmez. Ben doğduğum, büyüdüğüm bölgeyi yazdım sadece. Kadıköy bir sevdadır, özlemdir, tutkudur. Terk etsen de vazgeçemezsin, kavuşsan bir türlü onunla baş edemezsin; değişen çehresi korkutur seni, tanıdıklarına selâm veremezsin, anlatamazsın yaşadığın o güzel yılları. Kim bilir nerededir tanıdığın insanlar, sevecen komşular; bulamazsın o eski dostlukları…
Ah Kadıköy vah Kadıköy; ilk göz ağrım, unutamadığım…
Her gününüz dünden daha iyi olsun. ZEREN DAĞDEVİREN.
01 Haziran 2015
#1
YAZIINIZ BENİ ESKİ GÜNLERE GÖTÜRDÜ TEŞEKKÜRLER ZEREN HN.
01 Haziran 2015
#2
FOTOĞRAFLAR HARİKA OLMUŞ ELİNİZE YÜREĞİNİZE VE ÇALIŞMALARINIZA SAĞLIK
26 Şubat 2017
#3
53 yıl önce geldiğim İstanbul’da, 1975den beri Kadıköylü olarak yaşamımı sürdürmekteyim. İzmir nostaljik görünümünü daha çok sürdürürken, İstanbul bu özelliğini çok yıllar önce kaybetti.
Canerhan Tipi üstadımızın belge-anılarını izlerken, her görüntüyü ayrı bir özlemle bakıyorsunuz… Emeği geçen herkese teşekkürler.