1983 yılı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, hafta sonuna denk gelmişti. O aralar çok yorulmuştum. Oğlum Utku’yu da alıp bir yerlere gitmek istiyordum. Sonunda dört günlük Kapadokya turu ilgimi çekti ve rezervasyonları yaptırdım. Çarşamba gecesi yola çıktık. Tur fazla kalabalık değildi. Herkes birbiriyle tanışmaya başladı. Sohbetler, şarkılar derken, sabah Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin türbesine yakın bir yerde kahvaltı yapıp türbeyi ziyaret ettik. Birkaç saat sonra da Ürgüp’e vardık.
Otelimizi gördüğümde çok hoşuma gitti. Taş bir bina idi. O yörenin mimarisini bütün ihtişamıyla yansıtıyordu. Güzel bir karşılama sonrası, odalarımıza geçtik. Hemen giysilerimizi yerleştirip lobiye indik. Hoş geldin kokteylinde otelin sahibi Kürşat Numanoğlu ile tanıştık. Bize oteli ve Ürgüp hakkında bilgiler verdi. Daha sonra eşi, çocukları ve annesiyle bizi tanıştırdı. Akşam yemeğinde sanki ailem ve dostlarımla birlikte bir davetteymişiz gibi geldi bana.
Bir süre sonra Kürşat Bey sazıyla gelip bizlere kendi bestelerini ve Ürgüp türkülerini söyleyerek adeta bir konser verdi. Çok güzel bir gece geçirdik. Otel yüksekçe bir yerde olduğu için bütün Ürgüp’ü seyredebiliyorduk. Gün batımının mora dönen kızıllığı, yerini yıldızlara bırakmaya başladığında herkes yavaş yavaş odalarına çekildi. Uzun bir yolculuk yapmıştık; ben de iyi geceler dileyerek ayrıldım.
Sabah uyandığımda balkon kapısını açıp dışarı çıktığımda gördüğüm manzara harikaydı. Aşağıya indiğimizde nefis bir kahvaltı bizi bekliyordu. Tur liderimiz, Kürşat Bey’in bizi öğle yemeğine, Kemalpaşa beldesindeki oteline davet ettiğini söyledi. Belli bir süre sonra herkes otobüslere binmişti. Turumuza, Derinkuyu yeraltı şehriyle başladık. Üç beş kat yerin altına, daracık yollardan indik. Yukarı çıktığımızda ayaklarım titriyordu. Dışarıda yöresel kıyafetlerini giymiş kadınlar, el emeği yaptıkları bebekleri satıyorlardı.
Oradan Kemalpaşa beldesine hareket ettik. Bizi yine Kürşat Bey karşıladı. Eski bir manastır olan bina, restore edilerek butik bir otele dönüştürülmüştü. Ürgüp mutfağından nefis yemekler yedik. Beldedeki önemli yerleri gezdikten sonra Ortahisar’a doğru yola koyulduk. Rehberimizin anlattığına göre, bu beldede bulunan mağaralar doğal soğuk hava deposu olarak kullanılıyormuş. Limonun tonlarcası burada saklanıp zamanı gelince piyasaya sürülüyormuş. Sırada Göreme Açıkhava Müzesi vardı. Koruma altına alınmış bu alanda, peri bacalarının içini oyarak yapılmış irili ufaklı kiliseler vardı. Ne yazık ki, içindeki freskler harap edilmişti. Şimdi restore edildiklerini duydum.
Biraz yorgun ama gördüklerimize hayran kalarak otelimize geri döndük. Yemekten sonra istirahate çekildik. Ertesi gün Zelve Vadisi, Kızılırmak kıyısına kurulmuş, Avanos “Çömlek Diyarını” gezdik. Dönüşte bir şarap imalathanesini ziyaret ettik. Ürgüp çarşısını gezdik ve bir günü daha noktaladık. Kapadokya’ya bir gün gitmenizi tavsiye ederim. Orayı anlatmak yetmez, bilgi sahibi olmak yetmez; bizzat yaşamak gerekiyor.
Dönüş zamanı gelmişti. Sabah erkenden yola çıkarken Kürşat Bey ve personeli bizi uğurladı. Dönüş yolumuz Ihlara Vadisi, Akhisar yolu üzerinden İstanbul’a vardık.
1984 yılında, annem ve Utku ile evde otururken, o günlerde yapılan yerel seçimlerin televizyonda sonuçları açıklanıyordu. Spiker, “Ürgüp Belediye Başkanlığını Kürşat Numanoğlu kazanmıştır” deyince çok sevindim. Ertesi gün bir telgraf çekerek kendisini kutladım. O yıllarda, iletişimde telgraf hâlâ kullanılıyordu.
O yılın sonbaharında, kuzenim Neşe Ergüder’le Kapadokya’ya bir gezi düzenlemeye karar verdik. Birçok dostumuz katılmak istedi. Sayın Celâl Bayar’ın kızı Nilüfer Hanım, Süheyla Karaveli, Süha Mermerci ve eşleri, akrabalardan birkaç kişi ve Neşe Ablamın arkadaşları… Otuz kişilik bir grup oluşturmuştuk. Kürşat Bey’i arayıp ondan yardım istedim. O da elinden gelen her şeyi yaptı. Çok güzel bir gezi oldu.
Kapadokya hepimizi büyüledi. Zaman geçerken Kürşat Bey ile çok iyi dost olmuştuk. Ne zaman İstanbul’a gelse beni arar, bazen eşi Güler Hanım’la birlikte gelirdi. Akşam yemeklerinde buluşurduk. Kürşat Bey’in en büyük tutkusu saz çalmak ve güzel sesiyle türküler söylemekti. Arabasının bagajında her zaman sazı bulunurdu.
Bir gün okullar tatil olmuştu. Beni aradı; “Utku’yu da alıp Ürgüp’e geliyorsun, görmediğin çok yer var,” demişti. Ben de hemen hazırlandım. Utku ile yola çıktık. Gündüzleri işleri çok olduğundan, onunla ve eşi ile akşamları birlikte olabiliyorduk. Gündüzleri bir arkadaşı bizi gezdiriyordu. Onlarla birlikteyken aileden biri gibiydik. Samimi, neşeli, misafirperver insanlardı. Düğünlere götürdüler; yemeklere gittik. Çok güzel günler geçirdik. Bir sohbet sırasında; “Burayı kışın da görmen lazım; kar yağdığında manzara harikadır,” demişti.
Dostluğumuz hep devam etti. Onun Ürgüp için yaptığı o kadar çok şey vardı ki, saymakla bitmez. Belediye başkanı olarak 1984-1999 yılları arasında, tutkunu olduğu Ürgüp için çalıştı durdu. Benim Bodrum’a yerleşmemden sonra görüşmelerimiz devam etti. Cep telefonumu kaybetmem, araya giren hastalıklar derken görüşemez olduk. Ve maalesef ölümünü öğrendiğimde şok geçirdim. Onu 16 Ocak 2014’te kaybetmişiz. Nasıl duymadım, neden aramadım, hal hatır sormadım? Hâlâ üzüntüsünü duyuyorum.
Karlı bir kış günü Ürgüp’e, ona veda etmek için gideceğim. Nurlar içinde yatsın…
Her gününüz dünden daha iyi olsun. Zeren DAĞDEVİREN.
11 Mayıs 2015
#1
Güzel bir anı