İnsanoğlu, kendisini aşırı tamahkarlığa kaptırınca basireti kapanarak gerçeği idrak edemez oluyor ve olmayacak şeyi olabilir gibi görüyor. Size, serçe ile avcının hikayesinden bahsedeyim;
Avcının biri bir gün bir serçe avlar, serçe dile gelerek avcıya “bana ne yapmayı düşünüyorsun” diye sorar, avcı serçeye ” seni kesip yiyecegim” cevabını verir.
Bunun üzerine serçe avcıya “ Benim etim ne kahvaltılık olur, ne de karın doyurur. Fakat eğer beni salıverecek olursan sana üç şey öğretirim, onlar etimi yemekten daha çok işine yarar. Kabul edersen bu üç şeyin ilkini şimdi elinde iken, ikincisini elinden uçup karşıdaki ağaca konunca üçüncüsünü de ağaçtan uçup önümüzdeki tepeye varınca söyleyecegim” der.
Kuşun teklifine avcının aklı yatar, onu salıvermeye karar verir, “öğreteceğin ilk şeyi söyle bakalım” der. Bunun üzerine kuş avcıya “Elinden kaçan firsatlar için hayıflanma” der. Avcı kuşu salıverir. Uçup karşı ağacın bir dalına konunca da ikinci şeyi öğretmek üzere “olmayacak şeye inanma” der. Bu sözlerden sonra kanatlanan kuş avcının önündeki bir tepeye varıp konar, oradan avcıya söyle der. Ey bedbaht adam: ”Eğer beni kesmiş olsaydın kursağımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci çıkaracaktın” der.
Bu sözleri duyan avcı kaçırdığı fırsat karşısında hayıflanarak dudaklarını ısırır. Artık elinden bir şey gelmeyeceği için kuşa “üçüncüyü söyle” der.
Kuş avcıya “Sen ilk iki nasihatımı unuttun üçüncüsünü sana nasıl söyleyeyim ben sana ”Kaçırdığın fırsatlar için hayıflanma” Demedim mi? Oysa sen daha az önce beni elinden kaçırdın diye hayıflanıverdin. “Yine ben sana “olmayacak seye inanma” demedim mi? benim etim, kanım ve tüylerimin hepsi tartılsa yirmi miskal çekmez, kursağımda her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci nasıl olabilir?” der, ve uçup gözden kaybolur.