Çoğumuzun anılarını biriktirdiği, bir kutu vardır. Eskiden büyüklerimiz sandıklarda saklarmış anılarını. İçlerinde neler yokmuş ki, danteller, el emekleri, çeşitli objeler. Benim de sakladığım ve fırsat buldukça açıp baktığım büyükçe bir anılar kutum var. Geçenlerde açıp bakmak düştü aklıma…
Özellikle bir torba ilgimi çekti. Üzerine Halamın anahtarları diye yazmışım. Bir tomar anahtar… Beni 7–8 yaşlarıma götürdü. Ve o günleri yazmak, sizlerle paylaşmak istedim.
Halam, Kadıköy Bahariye, Sokullu sokakta dedemden kalan 3 katlı bir evde otururdu. Aya Triada Kilisesinin tam karşısında. Sokağın sol tarafına sıralanan evler, ahşap ve cumbalıydı. Genellikle Rum ve ermeni aileler otururdu.
Sağ tarafta ise daha yeni kagir evler yer alırdı. Çoğunlukla Türk aileler yaşardı. Herkes birbiriyle görüşür, çocuklar oyunlar oynar, sohbetler yapardı. “ELA DO Sİ SAKLAMBOSİ” Çocukça bir tekerleme… Umarım yanlış hatırlamıyorum.
Paskalya bayramlarında renk renk boyanmış yumurtalar, paskalya çörekleri yenirdi. Bizim bayramlarımızda, baklava ve börekler yapılıp dağıtılırdı. Zaman neşe dolu, dostlukla geçerdi.
Halam ve eniştem ile yaşadıklarım, bana anlattıkları, öğrettikleri aklıma geldikçe hep bir gülümseme yayılır yüzüme. Eniştem bir subaydı… Doğuda görev yapmadığı bölge kalmamıştı. İzinlerinde İstanbul’a geldiğinde Sokullu Sokağı şenlenirdi. Yaşadıklarını anlatırdı.
Halamın sağlığı pek iyi olmadığından, her zaman eniştemle gidemezdi. Gittiği, etkisinde kaldığı, en beğendi yerin Sarıkamış olduğunu söylerdi. Kış ayları çok soğuk olmasına rağmen karda kızaklarla yaptıkları gezileri anlatırdı. Filmlerde gördüğümüz kızaklar gibi, üzerlerine battaniyeler koyup, başlarına kürk kapişonlar takıp, gezintiler yaparlarmış.
Oturdukları ev Rusların inşa ettiği, büyük bir çini sobanın ısıttığı bir evmiş. Uygulanan bir sistemle, ısı bütün odalara dağılırmış. İlkbaharda çiçeklerin açması, akan sular, insanların dostluğu, halamın orada uzun bir süre kalmasına neden olmuş.
Babamı 6 yaşında kaybetmiştim. Halam ile eniştemin İstanbul’a gelmelerini özlemle beklerdim. Geldiklerinde hafta sonları onlarda kalırdım. Eniştem çok neşeli, hayat dolu biriydi. Beni lunaparklara, sirklere, at yarışlarına güreş gösterilerine götürürdü.
Yanında bir arkadaşı varmış gibi benimle konuşur, anlatır anlatırdı. İzni bitip birliğine döneceği günler içimi bir hüzün kaplardı. Günlerden bir gün Sokullu sokağında, koşuşmalar, bağrışmalar yükseldi. Tarih 06 EYLÜL 1955 di…
AYA TRİADA Kilisesinin talan edildiği, tahrip edildiği haberi geldi, Saatler ilerlerken, Beyoğlu’ndaki Rum yurttaşlarımıza ait iş yerlerinin yağmalandığı, sokakların korkunç bir durumda olduğu duyuldu. Çocuklar korku içindeydik… Neler olduğunu, neden olduğunu anlayamıyorduk.
Sokullu Sokağında evlerin kapıları, pencereleri kapanmaya, kitlenmeye başladı. Sokak sessizliğe terk edildi. Herkes evlerine sığınmıştı. Şaşkın hüzün doluyduk. Zaman geçerken Moda caddesinde Rumlara ait dükkanlar kapanmaya başladı.
Türkiye genelinde bir çok aile Yunanistan’a gitmeye mecbur bırakıldı. Arkadaşlarımın çoğuna veda ettim… Hepsini sevgiyle, özlemle anıyorum.
Yaşam devam ederken…
Halam bir gün benimle önemli bir konuda konuşmak istediğini söyledi… ve eniştemle ayrıldıklarını, Sana bir mektup bıraktı dedi… O mektubu hala saklarım.
Kadıköy her geçen gün değişiyordu. Çehreler, binalar kısaca her şey… Yalnız kalmanın tedirginliği, halamda bazı konularda korkulara neden olmuştu. Geleni, gideni çok olmasına rağmen, hastalıklara açık olan bünyesi, geçirdiği ameliyatlar onu yıpratmıştı.
Bu süreçte hırsızlık olayları artmıştı. Huzursuzdu. Kendince bazı çözümler buluyordu. Sokağa çıkacağı zamanlarda… Evdeki dolapları, bütün kapıları kilitliyordu. Nedenini sorduğumda, Hırsızların belli bir zaman süresinde soygun yaptıklarını ne kadar çok kapı kilitlenirse, hırsızların zaman kaybına uğrayacaklarını söylemişti. Ve son nefesine kadar kilitleme işine devam etti.
Halam duygularını kilitleyip bir daha açmadı…
İşte bir tomar anahtar…
Kilitlenen kapılar
Unutulmayan anılar.
NURLARDA UYU BİR TANEM…
ZEREN DAĞDEVİREN
HER GÜNÜNÜZ DÜNDEN DAHA İYİ OLSUN