Kendi hürriyetine ve cumhuriyetine halk neden kısıtlama getirir?
Yakın Tarihimizde kan ve kaos sürecinin en çetinlerini gördüğümüz (darbe ve savaşlarla) Dünyanın en çetin topraklarında yaşamanın bilinciyle ve bir eğitimci yaklaşımıyla olacakları görmemek imkansız bir hal aldı. Omuz Omuza yaşadığımız komşularımızın geçmişinden tutun bugüne gelene kadarki parçalanma süreçleri (diktalarını seçtikten sonra) ve devletimizin ayakta kalma mücadelesini göz önünde bulundurduğumuzda (Ekonomik krizler, kanlı mezhep ve ideoloji kavgaları, kültürel ve dinsel asimilasyon formülleri) girdabın ne kadar derin olduğunu görebiliyoruz.
Devletimizin ve Milletimizin yukarıda ifade ettiğim süreç içinde verdiği Kurtuluş, Cumhuriyet, Demokrasi sınavı, Beka Problemi, Ekonomik kalkınma ve Savunma alanındaki oyalamalarla da mevzunun hayat memat meselesine dönüştüğünü de görebiliyoruz. Peki problemler bu kadar ortadayken milletin seçtiği insanlar neden geçici çözümler peşinde koşuyor? Bunun cevabı bizzat kendi tarihimizle veriliyor aslında.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918) akabinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Adana’dan dağılmayan birliklere stratejik mesajlar göndererek (İstanbul’un bölgeyi Fransızlara teslim emrine kulak asmayıp Vatansever subaylarla kısa sürede irtibat kurması) ekibin iskeletini oluşturması, arkasından ivedi bir şekilde İstanbul da ki önemli görüşmelerden sonra Samsun’da Milli Mücadelenin Altın adımlarını atması takdire şayan bir harekettir (gördüğünüz üzere her adımda danışıyor öyle karar alınıyor). Bu hareket sadece ulusal bağımsızlık ve halkın kurtuluşunu içermiyor ilerideki Millet merkezli yönetim biçiminin de alt yapısını oluşturuyordu. Bu tarihsel süreçte dikkat etmeniz gereken bir eylem var değerli dostlarım, her hareketini halkla ve kurmaylarıyla gerçekleştiriyor, halkın güvenini kazanmış bireylerden oluşan bir idare kurmaya çalışılıyor, monark ve emperyal yapıya karşı verilmiş bu aziz eylem halkın iktidarıyla bugünlere kadar ulaşıyor. devşirilmiş idare şekilleriyle değil.
Tarihsel süreç bu kadar açıkken az önce ifade ettiğim temel problemlerin çözümü bugünlerde; bizim daha önce hiç denemediğimiz bir yönetim biçiminin teklifi halini nasıl alıyor? Nasıl oluyor kendi özgürlüğünü kısan bu sisteme canhıraş koşulabiliyor, Kucaklanıyor? Bunları anlamakta inanın güçlük çekiyorum.
Tek başlı idare biçimi, monark yapıyla (padişahlık / krallık) eşdeğer bir yönetim biçimiyken kıymetli dostlarım, peygamberlerden tutun devlet adamlarının danışmadan meclise sormadan hareket etmediği tarihsel süreçte (Hz. Muhammet vs.) bir vatandaş olarak neyin peşindeler diye sormadan edemiyorum.
Devlet ve Milletimizin hükmüne Samsun’dan başlamak yerine Washington / Moskova merkezli icazetlerle (Onların yönetimlerini kendine örnek alarak) ve Avrupa’ya kafa tutmanın delikanlılık sayıldığını gördüğümüz şu günlerde bir vatandaş olarak ciddi kaygılar taşıyorum saygıdeğer dostlarım. Çözümümüz bağlarımızı hiçbir ideolojiye, dinsel yaklaşımlara sıkıştırmadan ilerletmek iken, milli bir savunma sistemine, milli bir eğitim yapısına hasretken gömlek değiştirmekten başı dönmüş bir mecraya devletin bütün mekanizmalarını devretmek sizce de bir gaflet ve delalet olmuyor mu? Hadi devrettin diyelim; ileride kiminle ve nasıl yürüyeceğini kestiremezken evinin anahtarını tanımadığın birine teslim etmek akılcı bir hareket midir?
Sorularla ve kendi iç mücadelemizle bu kadar haşır neşirken yazıma Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku’yla son vermek istiyorum dostlar. Sevgi ve saygılarımla.
BURSA NUTKU:
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Hemen müdahale edecektir.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir. İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği! ” 6 ŞUBAT 1933 GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Hüseyin Bora Çelik, Tarih Öğretmeni
10 Mayıs 2017
#1
Yine çok güzel yazılarınızdan biri. Sizi severek takip ediyorum sayın hocam.